7. GÜN – MAKSAT CEZA VERMEKSE
Hitler’ in huzuruna üç kişiyi çıkarmışlar.
Fransız, İngiliz ve Yahudi… Başlamış onları sırayla sorgulamaya. Bilenleri affedecek…
– Söyle bakalım Fransız! Titanic hangi yılda battı?
“1912” demiş adam, korkarak. “Tamam, gönderin bunu!” demiş.
Sonra İngiliz’ e sormuş:
– Kaç kişi öldü?
İngiliz de korkarak “1513 efendim” demiş. “Bunu da gönderin” diye emir buyurmuş.
Sonra Yahudi’ye şöyle sertçe bakarak seslenmiş:
– Ölenlerin isimlerini say!
* * *
Anladınız elbette! Niyet sadece ceza vermekse, mutlaka çıkar bir yol bulunur.
Denetlemekle, güvenlikle ve zabıta hizmetleri ile ilgili bir göreve getirildiğinde; nedense sadece cezalandırmak gelir o görevlinin aklına. Aslında; hizmet etmek, koruyup kollamak, yardımcı olmak için maaş alıyordur. Amma, etkin bir görevde ya! O kadarcık bir yaptırımı olmalı…(!)
Devlet seni o işe aldıysa, sana o görevi verdiyse, zaten yaptırım gücün vardır. Bunu “olur olmaz yerde” kullanmanın, “zor” veya “cebir” haline getirmenin anlamı ne?
Konuşurken hep söylüyoruz: “Birbirimizi sevelim” diye. Konuşmak yetmiyor. Uygulamak gerek. Şimdi o yetkiyi kullandığınız kişi, daha önce sizden daha etkin ve yetkili görevlerde bulunmuş olabilir. Belki hala öyledir. (Gerçi, etkin ve yetkili olmak, kuralları çiğnemeyi gerektirmez elbette ki.)
Bunları anlatmamdaki esas amaç, önce nezaketle ve duyarlı yaklaşmak, karşısındaki insanı potansiyel suçlu veya cezalı görmemek düşüncesidir.
İnsanlar; gün geliyor, yine yüz yüze bakıyor. “Yüzüne bakılacak şahıs değil!” terimini silip atmalıyız literatürden. Herkes seviyor Türkmen Kocası Yûnus’ u… Amma; Yûnus’ ca düşünüp, Yûnus’ ca yaşamaktır önemli olan.
Ne diyordu velîler ve şairler ulusu?
” Bunlar bir vakit beyler idi.
Kapıcılar korlar idi.
Gel şimdi gör, bilmeyesin;
Bey hangıdır, ya kulları?”
Yûnus’ a, Yûnus’ ça düşünenlere, Yûnus’ ça yaşayanlara selâm olsun!
Esat ANIK