DOĞRU KAÇ TANE? Sayın Suavi

Ülkede bir kavram kargaşasıdır gidiyor. Kargaşanın en çok yaşandığı iki alan da din ve siyaset ortamı.
Dinde doğru ve yanlışın çıkış noktası Allah’ın emirleridir. Yani Kur’andır. Sahih sünnet ve hadisler ise bu doğruları detaylandırır ve açıklar. Din konusunda yetkili bir kişi olmadığımızdan fazla derine girmeyeceğiz. Ama görünen manzara o ki; bu konuda yetkili olanların da birbiri ile çeliştiği ve herkesin kendi mezhebine, tarikatına, cemaatine göre yeni bir İslam oluşturduğudur.
Şimdiye kadar Televizyonlardaki oturumlardan ve din konulu tartışmalardan hiç birinde asli birinin diğerine “Hocam, bu konuda siz haklısınız ben yanlış düşünüyormuşum” dediğini ve el sıkışarak ayrıldığını gördünüz mü? Herkes haklı, herkesin dediği, yaptığı doğru. Ortada yanlış yok. Yanlış yok ama doğru birden çok fazla. Bu ayrılıkçı düşünce İslam alemini bir daha birleşemez biçimde böldü. Tartışma silahlı çatışmaya döndü. Doğruların sayısı arttıkça İslam adına savaşan grupların sayısı da artıyor. Üstelik bu savaşta tarafların hepsi Müslüman. İşin kötüsü öne çıkıp İslam adına savaştığını iddia edenlerin arkasında olan veya olmak zorunda kalan taraftarları birbirlerini hiç görmeden, tanımadan bir din kardeşini öldürecek kadar düşman olabiliyorlar. İslam âlemi bölündükçe bölünüyor, bölündükçe doğruların; dolayısıyla yanlışların da sayısı artıyor. “Bu siyahtır” diyenin karşısında “Hayır bu beyazdır” diyenlerin yanında “Gri, bej, krem, koyu, açık” diyen guruplar oluşuyor.
Ne kadar renk ve renk tonu varsa o kadar farklı anlayış var. Lider takımının hâkimiyeti egemen. O ne söylerse doğrudur felsefesi bilgi birikimi ve bilgi altyapısı olmayanlar lider konumundaki insanların her dediğini kabulleniyorlar. Bu tipler din konusunda yeterince okumadıkları için oradan buradan duydukları bilgilerle karşısındakini etkilemeye, bağıra bağıra konuşarak bildiklerini karşısındakine kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bazen bağırıp çağırma yerine doğruyu abartarak ve süsleyerek karşısındakine yutturmaya da çalıştıkları olur.
Böylelikle bir tane olan doğru binlerce yanlış arasında kaybolup gidiyor.
Son yıllarda “İslam’da Reform” düşüncesi açık açık söylenir ve yazılır oldu. Bu düşüncede olanlar radikal İslamcı, hatta ılıman İslamcılar tarafından Allah’ın emirlerini, Peygamber (S.A.V) in sünnetlerini değiştirmeye çalışan kâfirler olarak görülmektedir. İslamın bütün vecibelerini kabullenip kendisini “Bilinçli Müslüman” olarak gören daha ılımlı olanlar ise “dinin ve ibadetin çok detaylandırılıp özünden uzaklaştırıldığını, ibadete uydurma eklentiler yapıldığını” söylemektedirler. İşte bunları söyleyenlerin hepsi şimdi içimizde İslam dinini farklı yaşayan Müslümanlar olarak bulunmaktadırlar.
Bütün bunların ardından söylenecek en doğru söz: İslam gittikçe farklılaşmakta, çeşitlenmektedir.
Bunu yapanların bazılarını haddini bilmez İslam karşıtı olarak adlandırırsak ki bunlar açık açık ne istediklerini söylemektedirler, bazıları ise gizli reformist olup islamı farkına varmadan yavaş yavaş değiştirmekte, yeni şekiller türetmektedirler. Bunun bugünkü sosyal yaşantımızda binlerce örneğini görüyoruz.
Bizim çocukluğumuzda cenaze çıkan eve “Eren Aşı” götürülürdü. Bunun anlamı üzüntü ve kederden yemek yemeyi düşünmeyen ailenin yakınlarına “acıyan yer başka acıkan yer başka” felsefesi ile yemek yedirmek, hem çoluk çocuğun ve yaşlılarla hastaların ortada bu kargaşa arasında perişan olmalarını önlemek, hem de sofrada onlara eşlik ederek kalabalıkta acılarından uzaklaşmasını sağlamaktı. Komşular sıra ile anlaşarak cenaze evine sıra ile yemek götürür, onlarla birlikte sofraya oturup acılarının yanında sofraya da ortak olunurdu. Genç kızlar, gelinler evin sofra, bulaşık, temizlik işlerini paylaşıp ortaklaşa çözer, ev sahibine iş bırakmazlardı. Ölenin eşyaları seçilip ayıklanır, temizlenerek fakirlere dağıtılırdı eren aşına fakir fukara davet edilir, yoldan geçenler sofraya buyur edilirdi. “Okumuş Kadınlar” ve mahalledeki cami hocası tarafından Yasin-i Şerif ve Tebareke okunur, salavat getirilirdi. Ölü evine giderken süslenilmez, makyaj yapılmaz, hatta ölenin yakınları o gün sakal tıraşı bile olmazdı. Sade giyinilirdi.
Başsağlığına gelenlere ikram yapılmaz, gelenlerden bilgili olanlar ölüm, ecel, ömür, günah sevap konusunda sohbet konusu açar, ortak konuşularak ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğu vurgusu yinelenirdi. Herkesin ortak kaderi olan ölümün cenaze evine getirdiği baskı ve acılı hava dağıtılmaya çalışılırdı.
Bu söylediklerim bizim çocukluğumuzda; yani daha 50-60 yıl öncesine ait. İş şimdi bambaşka olmuş. Gizli reformistler topluma sormadan, danışmadan islamın adetlerini değiştirmekteler. Yazıp çizmeden, haber vermeden yapılan bu işler topluma öyle yavaş yavaş şırınga ediliyor ki, ilacın tamamının vücuduna akıtıldığını fark etmiyorsun bile. Yanlışlar abartılıp süslenerek doğru biçimine sokuluyor. Sen doğrusunu öyle sanıyorsun ve üstelik bu doğruysa ben daha fazlasını yapayım niyetiyle doğru ile arayı iyice açıyorsun.
Benim memleketimde; yani Gediz’de Hz. Muhammed (S.A.V.) in bütün sünnetleri böyle abartılıp, gösterişe dönüştürülmüş, değiştirilmiş. Cenaze evi farklı, cenaze yıkamak farklı, cenaze yıkayanlar farklı, namaz, oruç, iftar, ibadet, sünnet, düğün her şey gizli reformistlerin sinsi çabaları ile farklılaştırılmış. Bir sünneti veya farzı yerine getirip huzur bulmaktan çok herkesin gözüne sokmak esas alınıyor.
Millet sanki taziyeye değil de ziyafete gidiyor; çorbasından güvecine, pilavından tatlısına sofra donatılıyor. Rezervasyonlar yapılıyor “Bu akşam yaren gelecek, öğleyin işyerinden gelecekler” hazırlıkları ve önceden haber vermeler var. Üstüne giderken kesme şeker ile ekmek veriliyor. Okuyanına yıkayanına hediyeler, hatta abartıp gelenlere tespih, seccade verenler var. Tam bir günah yumağı.
Arkadaş gel, vakur ve ağırbaşlılıkla başın önde başsağlığı dile, teselli et sonra kalk git. Bu telaş ve koşuşturma niye. Yapılanlar dini adetleri değiştirmek, yenilemek değil de nedir sizce? Allah rızası için yapılması gereken pek çok şey ücrete tabi olmuş. Abartılmış cenaze paketleri var. Çocukluğumdan bir şey kalmamış.
Bunların hangisi doğru? Çocukluğumdakiler doğruysa bu yanlışları kim icat etti? Çocukluğumdakiler yanlış idiyse doğruları bulanlar kim, hangi makam?
Biri çıkıp söylesin Allahaşkına: Doğru kaç tane?