7. GÜN – SEVMEK
Bu yazım için çok düşündüm. Yeni atanan Başbakan, siyaset, ülkemizin geleceği vb. hakkında yazacaktım. Amma, iş çığırından çıktı. Yazmakla söylemekle bir şey değişmiyor. Sadece bol bol düşman kazanıyorsun. Değiştirebilsek buna da razıyız fakat yok. Vatandaşın pek umurunda değil gibi…
O zaman biz de “sevmek” üzerine bir denememizi arz edelim sizlere…
***
“Sevmek mi güzeldir, sevilmek mi?” diye sormuştu dostlardan biri…
Sevilmek demiştim… Hele sevmeyi bilmeyen bir “yaratılmış” ın sevildiğini bilmesi kadar önemli ve güzel bir şey olabilir mi? Böylece sevmesini öğrenecek ve “aşkın kaynağı” nı bilecek…
Eğer “En Sevgili” yi; bir gencin sevgilisine olan aşkı kadar sevemiyorsan ve hele hele adını (o gencin sevdiğinin adını andığı kadar çok) zikredemiyorsan yazıktır.. Ve dahi, şu hikâyedeki genç kız kadar sevgi taşıyamıyorsan hiçsindir, hiç… Yani “hiç” leriz.
* * *
Anonim bir hikâye paylaşalım sözün burasında…
* Kızgın güneşin altında asasına dayanarak bozkırın ortasında menziline giden derviş, bir genç kıza rastlar..
Kızın yanakları güneşin etkisiyle al al olmuş, koşar adımlarla bir yöne doğru gitmektedir. Derviş seslenir:
“Ey güzel kızım! Nedir bu telâşın… Acele acele bu bozkırın ortasında nereye gidersin? O sepette ne taşırsın?”
Gelenin bir derviş olduğunu gören kız çatlayan dudaklarına aldırmadan gülerek: “Derviş baba! Şu taaa ilerde, uzakta bir tarla var ya… İşte orada sevdiğim çalışır… Ona elma götürüyorum.. Susuzluğunu bari gidersin…”
“Ne güzel!” der derviş.. “Peki, kaç elma var sepetinde?”
Kız hiç tereddüt etmeden: “İlahi derviş baba… İnsan sevdiğine götürdüğü hediyeyi sayar mı hiç?”
O anda, yaşlı derviş gayrı ihtiyarî elindeki tespihi koparıverir… *
* * *
Siz bakmayın şu kadar (…) zikredersen, şu kadar misli ecri vardır… Veya şu kadar (….) tesbihin sevabı 70 bin mislidir gibilerine… Eğer gerçekten çok seviyorsak, tespihin ipini koparacağız… Yaradan’ı ve tüm yarattıklarını severken de sayılara esir olmayacağız…
Esat ANIK